Kent Düşleri Atölyeleri XVII: Mimarlık ve Sınır

Beşeri coğrafyacılar 1970’li yıllarda yeryüzünde “sınır” kavramını tartıştıklarında biz mimarlar mesleğimizin en temel ögesinin bu denli “çok boyutlu” olmasına şaşırmakla birlikte,  mekânın uzamlarını da daha farklı kavramaya başladık. “Sınır” kavramı Relph’in “Yer ve Yersizlik” kitabı ile kentsel coğrafya alanına önemli bir boyut kazandırarak tartışma yarattı. Bu tartışmaya, onu izleyerek Tuan, Soja ve Harvey de felsefi katkıları ile katıldılar.

Mimarlığın aslında çok boyutlu bu “görünmez” boyutunu coğrafyacılar, şehir plancıları, insan-toplum bilimciler ve mimarlar sürekli tartıştılar. Konunun toplumsal, siyasal ve psikososyal (territorialite) boyutlarını ele aldılar. Mimarlık, beşeri coğrafyanın başlattığı bu tartışmanın kendisine sunduğu bu kavramı içselleştirdi ve bu kavramı mekânsal dil içinde “özgürlük”, “görme”, “beden ve mekân”, “algı ve bilişim” süreçleri içinde ele alarak kendi mesleğinin kuramsal çerçevesinde araştırdı.

Mimarlıkta “sınır” kavramı mekânın sadece algısal boyutunda kalmadı. Oradan yola çıkarak, kentsel sınırlara, kapalı sitelere, özel bölgelere, toprak bölümlenmesine, toplumsal yapının şekillenmesine ve ulusların sınırlarına kadar tartışılacak bir konu oldu.

Ülkemizde kent topraklarının hoyratça kamu haklarından mahrum edilmesi, özel mülkiyetin ve rantın kent planlanmasında “ana hedef” olarak kabul görmesi ile bugün kentlerimizin sadece sınırlardan oluşan bir “özel mülkiyet yumağı” haline girmesi sonucunda, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nin düzenlediği 17. Kent Düşleri Atölyesi’nin bu yılki konusu yukarıdaki açıklamaların ışığında, “mimarlık ve sınır” olarak seçildi.

Tüm mimarlık öğrencilerimizi bu geleneksel ve özgün atölye etkinliğimize bu çağrı ile davet etmekteyiz.