- “Mimarlıkta Kuram Sempozyumu’na Doğru Giderken; “Mimarlar Odası Öğrenci Üye Grupları Arası, Ön Kolokyumlu Mimarlık Eleştirisi Yarışması” Hazırlık Süreçleri…
- Alan memnun, satan memnun…
- “Adalet Güvenceli Hukuk”un Mantığı; “Kamuyasal Toplum”un Matematiksel Özüdür!…
- İstanbul’a dair
- Ne Kadar Güzel Bir Şey Şu “Hayal Kurmak…”
- Doğan Kuban’ın anısına… “İstanbul’un tarihi mirası baygın…”
“Zor Olan; Basit Olanı Bulmaktır. Daha Zor Olan; Daha Basit Olanı Bulmaktır. En Zor Olan Da; En Basit Olanı Bulmaktır…”
Bu çok aşamalı dizge söz, doğa’nın diyalektiğinde Termodinamik ile başlayan ve matematiksel öze sahip mantıkla da izlenebilen işlemler ve işlevler dizisidir. Bunun benzeri bir örneği ünlü “Kelebek Etkisi” tanımında da görebiliriz. Bu örneğe göre “Amazon Ormanı’nda kanat çırpan bir kelebeğin kanatlarının yarattığı minik rüzgar esintisinden etkilenenlerin oluşturduğu zincirleme etki(diyalektik/eytişimsel) dünyanın bir başka köşesinde bambaşka olaylara neden olur!…”
Her birimiz kendi yaşamlarımıza baktığımızda; kimbilir hangi beklenmedik “Kelebek Etkisi” dizisi ile bugüne gelmiş olduğumuzu düşünebiliriz. Bununla ilgili örneklere öyküler, romanlar ya da filmlerde karşılaşmış olabilirsiniz….
Şu an içinde yaşamakta olduğumuz doğa ve diğer tüm mekânsal çevrelerin uzun tarihi içinde; kendi yaşamımız çok kısa bir süreye denk gelmektedir. Örneğin Mısır’da “Mısır Uygarlığı’nın 4500 yıl öncesinden kalan ünlü Keops, Kefren, Mikerinos Piramitleri’nin geçirdiği zamanın yanında”; sadece kendimize ait ömrümüzde sahip olduğumuz kısacık zaman dilimi ile karşılaştırılamaz bile…
İnsanlığın bugün sahip olduğu birbirlerinden çok farklı kültürel birikimlerine; geçmişteki zor zamanlardan geçerek geldiği gerçeği bize; bu birikimi kısacık yaşam sürecimizde gelecek nesillere koruyarak aktarma görevini de vermektedir. Bu nedenle geçmişten gelen tüm birikimler; gelecektekilerin “Miras Hakkı” olduğu hep söylenegelir… Eğer bu birikime kendimiz de bir şeyler ekleyebilmiş ise ne âlâ!..
“Covid-19” virüsü nedeniyle başlayan ve artarak devam etmekte olan “Salgın”(Pandemi) nedeniyle hep birlikte zor günlerden geçiyoruz. Üstelik hava, kara ve deniz ulaşımının çok kolay olması nedeniyle, geçmişte olabildiğince yerel olarak yaşanan salgınlar; artık küresel boyutta varlığını sürdürüyor…
Geçmişte yaşanan salgınlar, uzun savaş yıllarında ortaya çıkan yoksulluk ve açlık nedeniyle tetiklenip insanlığın başına bela oluyordu. Bunlardan en yaygın olarak bilinenlerden biri de “Veba Salgınları”dır!…
Bu “zor günler” insanların tarih boyunca yaşadıkları sorunlarını kökten çözmek zorunda kaldıkları örneklerle doludur… “Ortak Sorunlar; Ortak Problemleri; Ortak Düşünce ve Ortak Davranışlarla Çözmeyi Şart Koşar…”
Yine bir “Veba Salgını” sonrasında Paris Kent Meclisi, 1860 yılında “Hijyen Şartı”nı getirir. Bütün sokaklara kanalizasyonlar yapılır ve tüm evsel atıklar Paris’in içinden geçen Sein Nehri’ne boşaltılır. Bir süre sonra Sein Nehri de bu atıklarla oluşan birikinti adalarıyla tıkanır ve yeniden salgın tehlikesi baş gösterir. Bu kez Paris Kent Meclisi, 1945 yılında “Ekolojik Şartı”nı getirir. Buna göre Sein Nehri’nin iki kıyısına döşenen dev kanalizasyonlarla tüm kanalizasyon atıkları kent dışında çorak ve çukurluk bir bölgede biriktirilir. Burada kurulan bir biyolojik araştırma laboratuarında, kanalizasyon atıklarını parçalayan bir bakteri geliştirilir. Pembe renkli bu bakteri, atıkları parçalarken kendisi de çoğalmaktadır. Oluşan bu büyük pembe göl kenarındaki aynı laboratuar; bu kez bu pembe bakterilerle beslenen bir balık türü geliştirir. Bir süre sonra pembeleşmiş atık gölü temiz su gölü haline gelir. Bu su tekrar arıtılarak Paris’e kullanma suyu olarak geri gönderilir. Laboratuar çevresinde çalışanlardan oluşan kasabada; bu “bakteri” ve “bakterileri yiyen balık türü” teknolojisini çoğaltıp bütün dünyaya satarak ülkeye katma değer sağlanmaktadırlar… (Bu konuyu Habitat-2 Konferansı, Sivil Forum ’96 Evsahibi Komite “Kentleşme Kozası”nın bir toplantısında Paris Havzalar Müdürü’nün-bizdeki İSKİ Müdürü gibi- anlatımından özetleyerek aktardım.)
Peki şimdi birlikte yeniden düşünelim ve soralım “Doğayı Bozmadan” ziraat bile yapılamıyor iken; “Doğayı Bozmadan” madencililik; “Doğayı Bozmadan” mimarlık;… yapabilmek mümkün mü?…
Eğer kolaya kaçmıyorsanız, zor olanı daha basit hale getirmek için üzerinde iyice düşünmek ve bilime, kültüre vb. birikimlere dayanarak üretmek dururken; inadına şimdi de “Kıyıları Yağmaya Açmak!…” ne demek?!…
Özellikle Afrika, Güney Amerika ve Uzakdoğu’da sömürgecilik döneminden bu yana kahve, muz, hurma vb gibi tek tip ürün plantasyonlarında, endüstriyel tarımın; ekolojik dengeyi nasıl etkileyerek çölleşmeye ve doğadaki bitki, hayvan ve doğal olarak da insan nüfusunu nasıl açlığın pençesine düşürdüğünü bugün; BM-Birleşmiş Milletlerin UNICEF örgütü paylaşımlarından; “Çocuk Ölümlerinin Durdurulmadığını da” görüyoruz… Nerden nereye? Sorunların birbiriyle kesintisiz/kopmaz bir biçimde nedensel bağları; diyalektik/eytişimsel bir dizge olarak aklımızın peşini bırakmıyor…
Evet bir kez daha altını çizerek belirtmekte yarar var: “Mimarlık her zaman ve her yere; “şuursuz” bir biçimde her şeyi yapıp batırmak demek değildir!” Tam tersine “Gerektiğinde; Hiç Dokunmamaktır!…” Ve bu da daima, “Açık; Şeffaf; Hesap Verebilir; Denetlenebilir” olmayı gerektirir!…
Ülkemizde bugün hâlâ “yapılaşmaya yeni açılan tarımsal alanlar” ile “tarımsal özelliği yok edilerek çölleşmeye terk edilen alanlar” adeta birbiriyle yarış halinde… Örneğin dünyada tarımsal üretimin öncüsü ve daima birincisi Hollanda’dan daha büyük bir yüz ölçümüne sahip Konya’nın “Obruk Çökmeleri”; yer altı su kaynaklarının nasıl yok edildiğinin en önemli göstergesi…
TOKİ’nin hiçbir şekilde “Mimari Hizmet Sunulmamış” yani hiçbir şekilde mutsuz etmeme ilkesiyle davranan mimarlığın; bilgi, deneyim, yetenek, saygı, sevgi ve emeğini içermeyen; ve sanki fotokopi ile çoğaltılan krokilere göre yapılan betonarme yığıntılarıyla; sadece doğaya karşı değil; mevcut kentlere ve o kentlerde yaşayan insanlarına karşı da büyük bir suç işlemekte ve “Kentsel Veba”ya yol açmaktadırlar… Geleceğin henüz ekilmemiş topraklarının hasadını, bugünden yaparak; “geleceğin geleceğini de” yok etmektedirler!…
“Zor olan; basit olanı bulmaktır. Daha zor olan; daha basit olanı bulmaktır. En zor olan da; en basit olanı bulmaktır.”
En basitinden ne demişler?: “Ne ekersen; onu biçersin!…”
Haydi, şimdi herkese kolay gelsin ve ekinleriniz bereketli olsun…
Mimarlara Mektup Bülteni, Kasım 2020, Sayı: 261