- “Mimarlıkta Kuram Sempozyumu’na Doğru Giderken; “Mimarlar Odası Öğrenci Üye Grupları Arası, Ön Kolokyumlu Mimarlık Eleştirisi Yarışması” Hazırlık Süreçleri…
- Alan memnun, satan memnun…
- “Adalet Güvenceli Hukuk”un Mantığı; “Kamuyasal Toplum”un Matematiksel Özüdür!…
- İstanbul’a dair
- Ne Kadar Güzel Bir Şey Şu “Hayal Kurmak…”
- Doğan Kuban’ın anısına… “İstanbul’un tarihi mirası baygın…”
Örgütlenme, Dayanışma ve Mesleğimize Sahip Çıkma Zamanı
Değerli Meslektaşlarım,
1954 yılından bu yana Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent şubesi, sadece meslek haklarımızı değil, kentlerimizin ve toplumumuzun çıkarlarını koruyan bir mücadele alanı yaratarak varlığını sürdürmektedir. Ancak bugün, mimarlık mesleği hiç olmadığı kadar tehdit altındadır. Hükümetin baskıcı ve rant odaklı politikaları, mimarlık mesleğini değersizleştirip diğer disiplinlere peşkeş çekiyor. Bu antidemokratik yaklaşımlar, mesleğimizin temel haklarını gasp ederek, biz mimarların toplumsal ve kentsel yaşama katkılarını engellemekte ve meslektaşlarımızı zayıflatmayı amaçlamaktadır.
Kentsel ‘’Dönüşüm’’ ve Kat Artışıyla Kentlerimizi Talan Etme
Kentsel dönüşüm adı altında finansman sorunlarını çözmek amaçlı yapılan kat artışları, yalnızca kapitalist birikim sürecinin ve merkezi otoritelerin tahakkümünü daha da derinleştiren bir pratik olarak değerlendirilebilir. Ekolojik ve özgürlükçü bir toplum inşası fikrini savunmanın temel kıstaslarından biri de kentlerin merkezi devletler ve kapitalist güçler tarafından kontrol edilmesine karşı çıkılmasıdır. Gerçek anlamda ´’kentsel dönüşüm’’ ancak doğayla uyumlu, ekolojik ve demokratik bir toplumsal örgütlenme modeliyle gerçekleşebilir.
Bugün İstanbul gibi kentlerde kat artışına dayalı kentsel dönüşüm projeleri, ekolojik dengeyi bozmakta ve toplumsal yapıyı daha da parçalamaktadır. Kat artışıyla kentin nüfusu yapay bir şekilde artırılırken, bu artış kentteki mevcut altyapının sınırlarını zorlamakta ve ekosisteme zarar vermektedir. “Toplumsal ekoloji” kavramıyla uyumlu olarak bakıldığında, kentlerin yeniden yapılandırılması ekolojik sürdürülebilirlik ve doğayla dengeli bir yaşam perspektifine dayalı olmalıdır. Oysa İstanbul’da sermayenin çıkarlarına hizmet eden bu “dönüşüm”, insanları doğayla çatışmaya sokan bir yaşam düzeni yaratmaktadır.
Kentlerin demokratik ve yerel topluluklar tarafından yönetilmesi gerekir. İstanbul’daki kentsel dönüşüm projeleri ise merkezi hükümet ve büyük inşaat şirketlerinin kontrolünde yürütülmekte, halkın karar süreçlerine katılımı sınırlı kalmaktadır. Kentsel alanlar, toplulukların ihtiyaçları doğrultusunda, kolektif bir şekilde yönetilmek yerine, rant peşinde koşan sermaye gruplarının elinde kentsel rantın uygulama alanlarına dönüşmektedir. Halk, bu projelerde söz sahibi olamamakta; yaşam alanları, kültürel mirasları ve ekolojik zenginlikleri yok edilmekte ya da ticari kazanca dönüştürülmektedir.
Bu anlamda, İstanbul’da yapılan kentsel dönüşüm projeleri yalnızca fiziksel mekanın dönüştürülmesi değil, aynı zamanda toplumsal ekolojiye zarar veren bir süreçtir. Kentin gerçek bir dönüşüm yaşaması için, ekolojik bütünlüğü bozmayan, demokratik katılımı esas alan ve yerel toplulukların kendi yaşam alanları üzerindeki kontrolünü güçlendiren bir modelin benimsenmesi gereklidir. Ancak bu şekilde, İstanbul gibi şehirler halk için yaşanabilir, doğayla barışık ve adil yerleşim alanlarına dönüşebilir. Kat artışına dayalı bugünkü politikalar ise sadece sermaye birikimini artırmakta ve kentlerimizi daha da yaşanmaz hale getirmektedir. Sosyal demokrat belediyeciliğin yapması gereken en önemli yaklaşım bu olmalıdır. Ranta hizmet eden araç ve yöntemler kullanarak, sağlıklı kentler yaratılamaz.
Yapı Üretim ve Denetim Alanında Tekelleşme
İktidarın en tehlikeli uygulamalarından biri, yapı üretim ve denetim alanındaki tekelleşmedir. Bugün, yapıların üretimi ve denetimi belli sermaye gruplarının elinde toplanmakta, bu da hem yapı güvenliğini hem de mesleki bağımsızlığı ortadan kaldırmaktadır. Tekelleşmenin sonucu olarak, deprem gibi doğal afetlere karşı yeterince güvenli yapıların inşa edilmesi mümkün olamamakta, halkın güvenliği sermaye çıkarlarına feda edilmektedir. Bizim gibi deprem kuşağında bulunan bir ülkede, yapı denetim ve üretim süreçlerinin böylesine tekelleşmesi, halkın yaşam hakkını tehlikeye atan bir politika olarak karşımıza çıkmaktadır.
Deprem Ülkesi Olarak Yetersiz Mimarlık Eğitimi
Bütün bu saldırılar karşısında bir diğer önemli sorun, mimarlık eğitiminin kalitesizliğidir. Deprem riskiyle sürekli karşı karşıya olan bir ülkede, mimarlık eğitimi ne yazık ki hem süre hem de içerik olarak yeterli seviyede değildir. Eğitim süreçlerinde gerekli teknik donanım ve toplumsal sorumluluk bilinci kazandırılmadan mezun olan mimarlar, kentlerimizin ve yapıların güvenliğini sağlamada yetersiz kalmaktadır. Oysa bu topraklarda mimarlık eğitimi, yalnızca teknik bilgi değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluk bilinciyle beslenmeli ve mimarlar olarak halkın güvenliğini en öncelikli mesele olarak ele almalıyız. Kapitalist sistem, mimarlık eğitimini bile bir rant aracına dönüştürerek, toplumsal sorumluluklarımızı göz ardı eden bir yapı inşa etmektedir.
Sermaye Odaklı Politikalar ve Mesleğimizin Gasp Edilmesi
Kapitalizmin neoliberal politikaların hamiliğini yapan merkezi hükümet, her geçen gün mimarlık mesleğini ve toplumsal sorumluluklarımızı hedef alan saldırılarını yoğunlaştırmaktadır. Şantiye şefliği gibi yapı kontrol süreçlerinin yönetiminde kritik bir görev, uzmanlık bahanesiyle inşaat mühendislerine devredilmekte, mimarlar sahadan, yapı üretim ve yapı denetimi alanından dışlanmaktadır. Kat ittifakı ve kat mülkiyeti gibi mülkiyet ilişkilerini düzenleyen alanlar da mimarlık mesleğinin dışına itilmekte, bu görevler harita mühendislerine devredilmektedir. Bu yalnızca mesleki bir hak kaybı değil, aynı zamanda kamusal alanın, ‘’kentsel dönüşüm’’ süreçlerinin sermayenin temsilcisi iktidarlar tarafından gasp edilmesidir.
Bu süreçte mimarların dışlanması, kapitalist dünya sistemin kentleri meta haline getirme çabasının bir parçasıdır. Mimarlık, sadece tasarım değil; kentlerin, doğanın ve kamusal alanların topluma adil şekilde kazandırılmasını sağlayan bir meslek olarak var olmalıdır. Ancak, bu yetki kayıpları, kentin sermaye odaklı dönüşümüne zemin hazırlayarak kamu yararına aykırı projelerin önünü açmaktadır.
Hükümetin Algı Operasyonu ve Mimarlar Odası’nın Etkisizleştirilme yaklaşımları
Merkezi hükümet, bu politikalarını yürütürken, Mimarlar Odası’nı hedef göstererek mesleğimizin gasp edilmesini kolaylaştırmaktadır. Mimarlar Odası’nın hak ve yetkilerinin tırpanlandığı iddiası, aslında tüm mimarların haklarının ve toplumsal rollerinin zayıflatılmasının üzerini örtmek için kullanılan bir algı operasyonudur. Ancak bu noktada mimarların kendi sorumluluğundan kaçtığını ve mücadele etme gücünü kaybettiğini de unutmamalıyız. Şantiye şefliği, kat ittifakı, yapı denetimi ve proje tasarımı gibi alanlarda dışlanmaya karşı Mimarlar Odası’nın ve mimarların yeterli bir direniş göstermemesi, merkezi hükümetin sermaye lehine politikalarını kolaylaştıracaktır.
Kapitalizmin bu saldırıları karşısında gerçek mücadele, yalnızca Mimarlar Odası’nın yetkilerini korumak değil, tüm mimarların ve toplumun haklarını savunmakla mümkündür. Tırpanlanan haklar, yalnızca bir kurumun değil, her görüşten ve mesleğin her alanında çalışan mimarların, daha da önemlisi, toplumun haklarıdır. Bu nedenle, hükümetin manipülatif politikalarına karşı mimarların, Mimarlar Odası çatısı altında buluşarak, toplumsal bir mücadele hattında örgütlenmesi zorunludur. Mimarlar, mesleki, akademik, demokratik, ekonomik haklarının yanı sıra, toplumsal ve emek mücadelesi perspektifiyle ile bir araya gelerek, haklarını koruyabilir ve kentlerimizin sermaye tarafından yağmalanmasını engelleyebilir.
Mesleğimize Yönelik İç Saldırılar
Ne yazık ki bu saldırılar yalnızca dışarıdan değil, içerden de desteklenmektedir. TMMOB bünyesine bazı odalarımız dar mesleki çıkarlar uğruna farklı mesleklerden rol alma çabası içerisindeler. Bazı odalarımız maalesef mimarlık mesleğine yönelik yapılan bu saldırılardan pay almaya çalışmakta ve mesleki sınırlarını aşan bir anlayışla hareket etmektedirler. Odalar mesleki sınırlarını koruyarak, dayanışma içerisinde meslek haklarına sahip çıkmak için bir aradalar. Hükümetin sinsi planlarını fırsat bilerek, dayanışma geleneğimizi boşa çıkaracak hamleler yapmaktan kaçınmalıyız. Hükümet, bir taraftan hedef aldığı bir odayı zayıflatırken diğer taraftan odaların yaratığı birliği bozmaya ve bir ikilik yaratarak, meslek odalarını daha kolay yok etmeye çalışmaktadır.
Bu durum, sadece mesleki bir rekabet değil, mesleğimizin temel haklarının gasp edilmesine yönelik bir saldırıdır. Mimarlar olarak, bu müdahaleleri ve sınır ihlallerini kabul etmemiz mümkün değildir. Mesleğimizin yetki alanlarına yapılan her müdahale, mimarlık mesleğini itibarsızlaştırmakta ve toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirme kapasitemizi azaltmaktadır.
Bu Antidemokratik Yaklaşımları Asla Kabul Etmiyoruz
Mesleğimize yönelik bu antidemokratik yaklaşımları asla kabul etmiyoruz. Hükümetin ve çeşitli çıkar gruplarının rant odaklı politikalarıyla mimarların mesleki haklarının gasp edilmesi, sadece mesleğimiz için değil, kentlerimizin geleceği ve toplumsal adalet açısından da büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu süreçlerde, mimarların karar alma mekanizmalarından dışlanması, kentlerin sermaye odaklı dönüşümüne zemin hazırlamakta ve kamu yararını hiçe sayan projelere kapı aralamaktadır.
Mimarlık, toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden bir meslek olup, kentlerin ve yapıların yalnızca tasarımında değil, inşaat, düzenleme ve yönetim aşamalarında da en yetkin disiplinlerden biridir. Mesleğimizin bu hayati rollerinin diğer disiplinlere devredilmesi, topluma ve kentlerimize büyük zararlar verecek, kamu yararını göz ardı eden uygulamaların önünü açacaktır. Bizler, bu baskılara karşı durmaya kararlıyız ve mesleğimizin haklarını sonuna kadar savunacağız.
Toplumsal Dayanışma ve Örgütlü Mücadeleyle Direnmek
Gerçek özgürlük ve demokrasi, merkezi otoritelerin tahakkümünden bağımsız, yerel toplulukların tabandan örgütlenmesiyle mümkündür. Mimarlar Odası, bu mücadele ruhunu taşıyan bir meslek odası olarak varlığını sürdürüyor. Bu saldırılara karşı direnebilmemiz, meslektaşlarımızın güçlü bir örgütlenme ile bir araya gelmesi ve dayanışmamızı büyütmemizle mümkündür.
Mimarlık mesleğini değersizleştiren, yetki alanlarımızı gasp eden ve mesleki sorumluluklarımızı ortadan kaldıran bu politikalara karşı vereceğimiz mücadelede hep birlikte ayağa kalkmalıyız. Meslektaşlarımızı Mimarlar Odası çatısı altında toplanmaya, mesleğimizin geleceğine, haklarımıza ve topluma karşı sorumluluklarımıza sahip çıkmaya çağırıyoruz. Geleceğimiz ancak örgütlü mücadele ile korunabilir.
Mimarlar olarak, kentlerimizi, doğamızı koruyarak ve toplumsal sorumluluklarımızı bilerek, sermayeye karşı birlikte örgütlenelim. Dayanışmamızı büyüterek, geleceğimizi ve mesleğimizi koruyalım. Örgütlü mücadele olmadan mesleki haklarımızı, kentlerimizi savunmamız mümkün değildir. Gelin, demokratik bir dayanışma ile hep birlikte bu mücadeleyi büyütelim.
Ahmet Erkan
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi
Yönetim Kurulu Sekreteri
Kaynakça
- Harvey, David. Asi Şehirler – Kentsel dönüşüm ve kapitalist tahakküm süreçlerine dair teorik bir çerçeve.
- Ergün, Nilüfer. Türkiye’de Kentsel Dönüşüm – Türkiye’de kentsel dönüşümün gelişimi ve sorunlarına dair incelemeler.
- TMMOB Mimarlar Odası Raporları – İstanbul ve diğer kentlerde kentsel dönüşüm ve kat artışlarının çevresel ve toplumsal etkilerine dair yıllık raporlar.
- Yapı Üretim ve Denetim Alanında Tekelleşme: Türkiye’de yapı denetim süreçleri ve tekelleşme üzerine:
- Çavuşoğlu, Eda. Türkiye’de İnşaat Sektöründe Tekelleşme ve Sermaye Birikimi Süreçleri – Türkiye’de yapı denetim ve inşaat sektörü ile ilgili bir analiz.
- TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası Deprem Raporları – Deprem bölgesinde yapı güvenliği ve eğitimin önemi üzerine detaylı incelemeler.
- Boratav, Korkut. Türkiye’de Kapitalizm ve Neoliberal Dönüşüm – Neoliberal politikaların çeşitli sektörlerdeki etkileri.
- Harvey, David. Sermaye, Mekan ve Zaman – Kapitalizmin mekansal etkilerine dair temel eserler.
- Toplumsal Ekoloji ve Demokrasi: Kent yönetiminde katılımcı demokrasi ve toplumsal ekoloji üzerine teorik çerçeve:
- Bookchin, Murray. Özgürlüğün Ekolojisi ve Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm – Kentsel yaşamda toplumsal ekoloji perspektifi.
- Lefebvre, Henri. Şehir Hakkı – Kent yönetiminde demokratik katılım ve toplumsal haklar konusunu ele alan temel eser.