- Kamuoyuna Duyuru
- TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kadın Komisyonu 25 Kasım Bildirisi
- Tuzla Kamil Abduş Gölü çevresinin yapılaşmaya açılmasının yürütmesi durduruldu
- Adalar imar planlarının yürütmesi mahkeme tarafından durduruldu
- Mimarlar Odası Üye Kayıt İşlemleri Ve Üyelik Ödenti Uygulamaları Hakkında
- XVIII. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali başlıyor
Marmara Depreminin 20. Yılında Afet Riskleri Büyüyor!
16 Ağustos 2019
17 Ağustos 1999 tarihli; büyüklüğü, etkilediği alanın genişliği, sebep olduğu kayıplarla ülkemizin son yüzyılda yaşadığı en büyük felaketlerden olan Kocaeli-Gölcük ile 12 Kasım 1999 tarihli Bolu-Düzce Depremlerinin üzerinden yirmi yıl geçmiştir.
Yirmi binin üzerinde can kaybının yaşandığı bu depremlerden on iki yıl sonra, 2011’de Van Depremi meydana gelmiş; geçtiğimiz günlerde İzmir ve Denizli’de meydana gelen depremler ise yeni felaketlere karşı bizi uyarmıştır.
Topraklarının tamamı depremsellik koşullarında olan ülkemizde sık aralıklarla büyük şiddette depremler yaşanmakta olmasına rağmen yaşanan yıkım ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları merkezi ve yerel yönetimlerce günümüzde de sürdürülmektedir.
Yaşanan süreçte uygulamaya geçirilen mevzuat ve düzenlemelerle kentsel ve kırsal alanlarda bütüncül planlama anlayışı terk edilmiş ve yapılı çevrede afet riskleri azaltılmak yerine artırılmıştır. Sağlıklı ve güvenli yapı üretim sürecinin güvencesi olan kamusal denetim devre dışı bırakılmış; yerini sermaye ve finans odaklı dönüşüm politikaları almıştır.
Milat olarak kabul edilen Marmara Depremleri ile Van Depreminin ardından; kentsel ve kırsal alanlardaki mevcut yapılaşmanın güvenli hale getirilmesi; tehlike arz eden yapıların tespit edilerek yenilenmesi gerekçeleri ile 2012 yılında “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” yürürlüğe sokulmuş ve uygulama sorumluluğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmiştir.
Ancak aradan geçen sürede kentlerimiz afetlere karşı hazırlanmadığı gibi Bakanlık ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) eliyle; kentler ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar ve kışlaklar yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiştir. Mesleki hak ve yetkiler kısıtlanıp meslek mensupları dışlanarak sağlıklı ve güvenli yapı üretim sürecinin koşulu olan nitelikli mimarlık, mühendislik ve planlama hizmetleri engellenmiş; kısa zamanda ve çok sayıda yapı üretilmesi baskısıyla kentlerimiz, deprem ve tüm diğer afetler karşısında güvencesiz hale gelmiştir.
Afet risklerini azaltmaya yönelik hiç bir gerçekçi proje üretilmemiş; yapılı çevremiz afetlere karşı daha da güvensiz hale gelmiştir. İstanbul örneğinde olduğu gibi Afete Yönelik Acil Eylem Planı’na göre olası bir afette kullanılması planlanan toplanma alanlarında; imar planlarında yapılan değişikliklerle iş merkezi, alışveriş merkezi, toplu konut ve stat inşa edilmesinde bir sakınca görülmemiştir.
2016 yılında; tüm bu uygulamaların bütün kentlerde kamu denetimi olmaksızın uygulanabilmesi için yasal düzenlemelere yenileri eklenmiş; kamu düzeni ve güvenliği, yapı ve altyapı hasarları, kaçak yapılar da dönüşüm gerekçelerine dâhil edilerek 6306 Sayılı Kanunun Bakanlar Kurulunca uygun görülen her alanda uygulamasının önü açılmıştır.
1999 Marmara ve 2011 Van Depremlerinde yıllar boyunca çıkarılan kanunlarla affedilen kaçak yapıların çoğunun yıkılması ve binlerce yurttaşın hayatını kaybetmesinin ardından yakın tarihe kadar gündeme gelmeyen “imar affı” ise 2018 yılı başında seçim sürecine girilen günlerde iktidar tarafından yeniden gündeme getirilmiştir. “İmar Barışı” adı altında; kıyı alanları, tarım arazileri, orman alanları, içme suyu havzaları ve tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilen bina ve tesisler dâhil olmak üzere, bütün kaçak yapıları yasal hale getirmek üzere yürürlüğe sokulmuştur.
Gelinen aşamada; güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın güvencesi olan kamu denetiminin ortadan kaldırıldığı, siyasi iktidarın kentsel dönüşüm adına sınırsız yetki kullandığı, yerel yönetimlerin iktidarın emrinde olduğu veya tamamen devre dışı bırakıldığı, toplumsal katılımının yok sayıldığı koşullarda; güvenli ve sağlıklı kentleşme için toplumsal duyarlılık en önemli güvence haline gelmiştir.
Afet ve afet sonrası süreçlerin yönetimi hakkında geliştirilecek politikaların bilim insanlarını, meslek odalarını, akademik kuruluşları ve ilgili tüm kesimleri dikkate alarak oluşturulması, toplumsal ve yönetimsel hafızanın korunarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunludur. Yaşanan yıkım ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları terk edilmelidir.
Bu vesile ile afetlerde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz. Doğal afetlerin tahribata ve can kaybına yol açmasının temelinde yer alan, mimarlık ve şehircilik ilkelerine aykırı planlama, yapı üretim ve denetim süreçleri karşısında mesleki ve toplumsal sorumluluklarımız temelinde çabalarımızı kararlı bir şekilde sürdüreceğimizi değerli kamuoyumuzla paylaşıyoruz.
TMMOB MİMARLAR ODASI