Kentler ve Planlama Politikaları

Yazar- Ahmet Erkan 24 Ekim 2024 Perşembe

Ülkemizde 50’li yıllardan itibaren devam eden hızlı kentleşme sonucunda şehirlerde yaşayan nüfusun oranı 1950 yılında %25 iken, 1980 yılında %44’e, 2000 yılında %65’e ve 2012 yılında %77’ye kadar çıkmıştır. 2016 yılı sonu itibari ile ise dünya nüfusunun %54’ü, ülkemiz nüfusunun %88’i şehirlerde yaşamaktadır.

2050 yılında ise dünya nüfusunun üçte ikisinin, Türkiye nüfusunun %95’inin şehirlerde yaşayacağı öngörülmektedir. Bundan dolayıdır ki, en önemli uğraş alanlarımızın başında şehircilik konuları ve şehirlerimiz gelmelidir. Bu konuya uluslararası belgeler çerçevesinde bakıldığında ise, HABITAT III ve Amsterdam Paktı ile şehircilik alanında ülkemizde stratejilere ve uygulamalara aktarılması gereken yükümlülüklerimiz gündemdeki yerini koruyor.

Birleşmiş Milletler tarafından 20 yılda bir düzenlenen ve ikincisi 1996 yılında İstanbul’un ev sahipliğinde gerçekleştirilen HABITAT Konferanslarının üçüncüsü, Üçüncü Birleşmiş Milletler Konut ve Sürdürülebilir Kentsel Gelişme Konferansı (HABITAT III), 17-20 Ekim 2016 tarihlerinde Ekvator’un Kito şehrinde gerçekleştirilmiştir.

Konferans ile sürdürülebilir şehirleşmeye ve konuta dair önümüzdeki 20 yılın gündemi belirlenmiş ve sonuç dokümanı niteliğindeki “Yeni Kentsel Gündem” belgesi, ülkemizin de içinde olduğu BM üyesi ülkelerce kabul edilmiş olup, uygulaması üye ülkelerin sorumluluğundadır.

Söz konusu belge ‘şehir ve insan yerleşmelerinin kapsayıcı, güvenli, dirençli ve sürdürülebilir olması’ hedefinin hayata geçirilmesine odaklanmaktadır.

AB Komisyonu, üye ülkeler ve Avrupa Şehirleri İletişim Ağının ortak inisiyatifi ile kurulan Kent Gündeminin ilk aşamada çözülmesini amaçladığı öncelikli konular: Etkin kentsel yönetişim ve katılım; dengeli bölgesel gelişme için kentsel, kırsal ve sınır ötesi işbirlikleri; insan ve mekan temelli stratejik planlama; akıllı kentler, sosyal konular, kentsel yenilemenin  ‘dönüşümün’ sosyal, ekonomik, çevresel, mekânsal ve kültürel yönleri, sanayi alanlarının gelişimi, göç ve kamusal hizmetlerdir.

Dünya ülkelerinin kentleşmeyle ilgili çalışmalarına baktığımızda kentlerin toplum yaşamına olumlu-olumsuz etkilerinin çok büyük olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Toplum yaşamında sağlıklı kentler  bu kadar önemliyken, ülkemizde şehircilik, planlama, kimlik, tasarım ilkeleri konusunda öne çıkan sorunlara veya mevcut duruma baktığımızda yasa ve yönetmeliklerin yani mevzuatın güncel ihtiyaçlara cevap vermemesi, planlamada yetki kargaşasının sistemde oluşturduğu parçalanmanın devam ediyor olması, mekânsal planlamada stratejik yaklaşımın kentsel ölçekte uygulanmaması, uygulamada yetersizlik ile tadilat ve plan notlarıyla müdahalelerin devam etmesi, kentsel kimlik ve kentsel tasarım boyutunun buluşmaması, kent bileşenlerinin tanımlanmaması, vizyon stratejilerinin oluşturulmaması, kentsel tasarım rehberinin uygulanmaması, katılım boyutunun öne çıkarılarak her ölçekte paydaşlar ve aktörler ile kullanıcı birlikteliğinin yaratılamaması gibi çok büyük sorunlarla karşı karşıyayız.

Kentsel tasarımın başarısı kullanıcı ile ne kadar zengin bir ilişki kurduğu ile ilgilidir. Kentlerimize baktığımızda, kullanıcılar yok sayılmakta, planlama ve kentsel tasarım süreçlerini ranta hizmet eden, kentleri rantın uygulama alanına çeviren yaklaşımlarla ele alınmakta ve sınırsız sermaye birikimine hizmet edecek şekilde uygulanmaktadır.

Neoliberal politikalar kentleri, toplumu ayrıştıran, toplumu daha katı mekânsal rutinlere hapsetmiştir. Mahalle kültürünü, sosyalleşme alanlarını yok ederek kutuplaşma ve parçalanmaya yol açmaktadır. Sosyalleşme alanlarının azalması, insanların gündelik yaşamda daha katı mekânsal rutinlere hapsolmasına neden olmaktadır. Bu durum, toplumsal bütünlüğün zedelenmesine ve kentlerin sosyal dokusunun parçalanmasına yol açmaktadır.

Kentlerimizin geleceği, sadece fiziksel bir yenileme sürecinin ötesine geçmeyi gerektiren çok boyutlu bir mesele haline gelmiştir. Hızla kentleşen bir dünyada, şehirler yalnızca insan yerleşim alanları değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve ekonomik süreçlerin şekillendiği ana sahnelerdir. Bu bağlamda, kentlerin planlanması, tasarımı ve yenilenmesi, toplumun tüm kesimlerini kapsayan, sosyal adaleti gözeten ve sürdürülebilirliği esas alan yaklaşımları içermelidir.

Özellikle Türkiye gibi hızlı kentleşme sürecini yaşayan ülkelerde, şehirlerin uzun vadeli bir vizyonla ele alınması kritik bir gerekliliktir. Bu vizyon, kentsel alanların sadece ekonomik büyüme aracı olarak görülmesinin ötesine geçmeli; toplumsal refahı, çevresel sürdürülebilirliği ve kültürel çeşitliliği destekleyen politikalarla şekillenmelidir. Bu süreçte, kamu kurumları, yerel yönetimler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve halkın katılımını sağlayacak güçlü bir yönetim mekanizmasının oluşturulması önemlidir.

Planlama süreçlerinde yaşanan parçalanma ve yetki karmaşasının aşılması, yasaların ve yönetmeliklerin güncellenmesi ve stratejik planlama anlayışının kentsel ölçekte uygulanması gerekmektedir. Yalnızca fiziksel yapıları değil, aynı zamanda kentte yaşayan insanların ihtiyaçlarını, yaşam biçimlerini ve kent ile kurdukları ilişkileri göz önüne alan bir tasarım anlayışı benimsenmelidir. Böylece, kentlerin kimliksizleşmesi, estetikten ve işlevsellikten uzak projelerle dolması gibi olumsuzlukların önüne geçilebilir.

Sonuç olarak, Türkiye’de kentsel dönüşüm projeleri, ranta dayalı politikaların ötesine geçmeli ve daha adil, daha katılımcı ve çevresel sürdürülebilirliği önceleyen bir çerçeveye oturtulmalıdır. Bu doğrultuda, sadece bugünün sorunlarını değil, geleceğin ihtiyaçlarını da göz önünde bulunduran bir şehircilik anlayışının hayata geçirilmesi, toplumun her kesimine daha yaşanabilir ve sürdürülebilir kentler sunacaktır. Kentsel yenilemenin başarılı olması, yalnızca fiziksel yapıları yenilemekle sınırlı kalmamalı; toplumsal adaleti, kent kimliğini, kültürel mirası ve ekolojik dengeleri gözeten kapsamlı bir strateji ile gerçekleştirilmelidir.

Bütün bu zorluklar ve fırsatlar karşısında, biz mimarlara ve şehir plancılara düşen görev, şehirciliği bilimsel veriler ve katılımcı süreçlerle şekillendirip, insan merkezli bir kentsel gelişim modeline öncülük etmektir. Şehirlerimizi, sadece beton yığınlarına değil, kimliği olan, dirençli ve sürdürülebilir yaşam alanlarına dönüştürme sorumluluğumuz her zamankinden daha büyüktür.

Ahmet ERKAN

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi

 Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi

Yazar- Ahmet Erkan 24 Ekim 2024 Perşembe