- “Mimarlıkta Kuram Sempozyumu’na Doğru Giderken; “Mimarlar Odası Öğrenci Üye Grupları Arası, Ön Kolokyumlu Mimarlık Eleştirisi Yarışması” Hazırlık Süreçleri…
- Alan memnun, satan memnun…
- “Adalet Güvenceli Hukuk”un Mantığı; “Kamuyasal Toplum”un Matematiksel Özüdür!…
- İstanbul’a dair
- Ne Kadar Güzel Bir Şey Şu “Hayal Kurmak…”
- Doğan Kuban’ın anısına… “İstanbul’un tarihi mirası baygın…”
İstanbul’un İmarı ve Mimari Kişiliği
İstanbul’un Mimari Kişiliğini Koruma
Kuşkusuz, İstanbul gibi en eskilerden bir dünya kentinin mimari kişiliği korunmalıdır. Bu doğru sav, en son “imar faaliyetleri”nin sürüklediği tartışmalarda ve araştırmalarda ortaya çıkmış yeni bir sav da değil. İlgili, sorumlu, yetkili herkes, İstanbul’un kişiliğinin korunmasını savunuyor yıllardır.
Yarım yüzyıl öncelerinde, İstanbul’un imar planı için Avrupa’dan getirilen plancılardan biri olan H. Elgötz, ana hatlarıyla onaylanan imar planı raporunda şöyle diyordu:
“Bu şehrin emsalsiz güzelliğini istikbale kadar devam ettirebilmek için, eski kültür bugünün ihtiyaçları ile ahenkli bir şekilde birleştirilmelidir. İstanbul’un iki bin senelik geçmişi her köşesinde hissedilmektedir… Şehirdeki yenileme hareketi esnasında eski abidelerin ve eski İstanbul havasının dikkatle muhafazası icap eder…” (Mimarlık 70-5)
Daha sonra, 40, 45’li yıllarda getirilen Avrupalı İstanbul plancıları da benzer görüş ve önerileri çizip yazdılar. Bu yazılar, çiziler de onaylandı, yürürlüğe girdi…
Öyleyse neden İstanbul’un o “emsalsiz güzelliği” ve “havası” bozulagelmiş; o “her köşesinde hissedilmekte” olan “geçmiş”, “İstanbul’un imar faaliyetleri” ile birlikte, biraz daha yokolagitmiş ve her zaman “İstanbul’un imarı”ndan, İstanbul’un mimari kişiliğini koruma sorunu ortaya çıkıvermiştir?
Çünkü İstanbul da yerleştiği topraklar özel mülklere bölünmüş diğer dünya kentleri gibi, büyük spekülatif çıkarların gereklerine göre gelişiyor, yani “imar” oluyor ve bu “imar” oluş koşullarında, mimarlık bilim sanatının sav ve önerileri, spekülasyon engelini aşamıyor, uygulanma alanı bulamıyor.
Mimari Kişiliğini Koruma Bir Kentin Belleğini Korumadır
İstanbul giderek belleğini yitiriyor. Yarım yüzyıl öncelerinde “iki bin senelik geçmişi her köşesinde hissedilmekte” olan İstanbul’dan eser kalmadı dense yeridir.
Söz gelimi, suriçinden minareleri, kubbeleri, kemerleri çıkarın. “Kuşkusuz, bir kentin mimari kişiliği yalnız anıt yapılarca belirlenmez”, geriye spekülasyon yaratı bir yap-sat-İstanbul kalır. İstanbul’dan Beyoğlu ve çevresini çıkarın. (Gidiş o gidiş görünüyor.) Yerine, büyük banka ve şirketlerin uluslararası gösterişli göktırmalayanlarını dikin, İstanbul şaşkına döner. “Mavi Haliç” bile, onu bu şaşkınlıktan kurtaramaz. Frankfurtlular, main ırmağı kıyısında, büyük banka ve şirket göktırmalayanları ile kişiliksizleşen Frankfurt’un eski kent merkezini, New York’un Manhattan’ına benzeterek “Mainhattan” diye alay konusu yapıyorlar. İstanbul da bir “Beyoğluhattan” alay konusu olmaktan bile uzak düşer.
Mimari kişiliğini koruma, bir kentin belleğini korumadır. Belleğini yitiren bir kent, kültürsüzleşir, kurur, solar, yozlaşır.
İstanbul’un Kültür Değerleri Onları Tanıyanlar İçin Vardır
İlk bakışta, üzerine en çok yazılan çizilen kentlerden biri sanılır İstanbul. Bir bakıma da öyledir. Ama buna rağmen İstanbul, belirli ve dar bir çevrenin tartışma konusu olma sınırlarını aşamamıştır. Büyük spekülasyonun getirdiği milyonların, milyarların göz kamaştırması, bu çevrenin sınırlarını daha da daraltmıştır.
Onun için ne yönden bakılırsa günün ivedi konusu İstanbul’u -iki bin yılı aşkın bir geçmişin kültür değerlerini bütünüyle hiçbir soysop önyargısına kapılmaksızın- İstanbul ve dünya insanlığının bilincine çıkarmak ve İstanbul’u tanıyan geniş bir kamuoyu yaratmak oluyor.
Bugünkü koşullarda ancak böyle kendine ve kentine sahip çıkabilen bilinçli bir kamuoyunun çabaları etkili olabilir ve İstanbul’un henüz daha bütünüyle yok edilemeyen kişiliğini büyük spekülatif çıkarların yönlendirdiği “imar faaliyetlerinin yıkıcılığından” – hiçten daha iyi- koruyabilir.
Kişiliksiz bir İstanbul ile dünya kültürü eksilir.
“34 yıl önceki bir yazı, 1987 Frankfurt”