- Tuzla Kamil Abduş Gölü çevresinin yapılaşmaya açılmasının yürütmesi durduruldu
- Adalar imar planlarının yürütmesi mahkeme tarafından durduruldu
- Mimarlar Odası Üye Kayıt İşlemleri Ve Üyelik Ödenti Uygulamaları Hakkında
- XVIII. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali başlıyor
- KTMMOB Mimarlar Odası, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesine Ziyaret Gerçekleştirdi
- Ömerli Barajı havzasına kurulmak istenen “biyoteknoloji vadisi” projesine karşı dava açıldı
“İlk İnsan, İnsanlığını; İlk Mimar Da Mimarlığını; İlk Etik Kod, ‘Vicdanın Evrimi’ İle Kazanmış Olmalı…”
Her zaman “atıp-tutmayı” çok severim. Ama özellikle de “Atmayı…” Çünkü “Tutma” konusunda “Bak yine mutlaka bir sorun çıkacak…” derim ve o da tutar; “Tutamam…” Bu durum; ömür boyu bir tecrübeyle de sabit…
Sahi biz niye böyleyiz? Yargılamak(tartma/değerlendirme) deyince neden yalnızca kendimizi yargıç olarak görürüz de herkesi de sefil suçlu?… Kendimiz kusurlu olsak da, hata yapsak da ya da bir suç işlesek de o kendi bencil yargımız; yakamızı dikleştirerek kendimizden yana böbürlene-böbürlene karar verip yakıp yıkıp yok ederiz tüm ötekileri, üstelik mahkemeyle birlikte… Sonra da yanmış mahkemenin sefil bencil yargıcı olarak başka bir suç mekânı ararız; mahkeme olarak kullanmak için… Bu nasıl bir anlayıştır; nasıl bir körlüktür? Zaten bugünlerin benzerini geçmişte de yaşayanlar; “Hiç kimse görmek istemeyenden daha kör; duymak istemeyenden daha sağır olamaz…” demişlerdi… Bunun suçunu yalnızca bilincimizin zincirlerinden kurtulmuş bilinç-altı hayvaniliğimize; yani “Lapsus” denilen “istemsiz bilinç-altı kusmalarımıza” da atamayız; bilicimizin satır aralarına bilinçlice gizlemeye çalıştığımız, hazımsızlıklarımıza da borçlu olabiliriz!…
İlk maymunsular durgun bir su birikintisinde “sadece kendilerini” görürler. İlk önce irkilir, sonrasında alışırlar. İlk insansılar ise aynı su birikintisinde kendilerini ilk gördüklerinde belki ürkerler ama sonrasında “kendilerinin benzeri olanlar” arasındakilerden “sadece biri” olduklarını fark ederler.
Vicdan benzeri duygulanımlar, hayvanlar ve maymunsularda da görülebilen davranış biçimidir. Örneğin yeni doğmuş ve annelerini yitirmiş yavrulara başka tür ve cinsten anaçların süt vermesi ve o toplulukta diğerlerinin de aynı yabancı yavruları sahiplenip koruması; bilinçli olmayan yani içgüdü ile sınırlı bile olsa insan ötesi bir sosyal koruma olması açısından “vicdani bir davranış” sayılabilir.
Ancak bu vicdani görünümlü davranışlar; hayvanlar ve maymunsulara “özel bir ahlak anlayışı” sayılabilse de insanlarda olduğu gibi henüz bir “Etik Kod”lar dizini oluşturabilecek kadar nitelikli ve yeterli bir evrimsel birikim sayılamaz… Ne de olsa; “Kendi kendisinin farkında olduğunun farkında olan…” yani “Homo Sapiensis-Sapiens”in üç-beş yüzbin yıllık farklı evrimsel birikimine sahip değillerdir… Ancak, “Hipokrat Yemini”nin bugüne “Tıp Etiği/Deontoloji” olarak ulaşması ve hatta evrensel olarak yaygınlaşması; “Vicdan Evrimi”nin aynı zaman içinde toplumsallaşarak Hipokrat’a ulaşmış olmasının eseridir…
“Etik” kavramının söz konusu edildiği yerde “Ahlak” kavramından söz etmemek olmaz. Bir alanda bir tek “Etik” kavramı dolaşımda ise aynı alanda birden fazla “Ahlak anlayışı” olabilir. Hatta aynı alandaki bütün “Ahlak anlayışları, birbirlerini ahlaksız olarak görüyor da olabilir…” Her bir kişi başına farklı ahlak anlayışı; ortaya hiç de etik tutarlılığı olmayan bir toplum/topluluk çıkarabilir…
“Etik” ve “Ahlak” arasındaki farkı “Nitelik/Kalite” ölçüsünün verdiği “Mutlulukla”(*) da karşılaştırabiliriz…
Etik, etkileşimde bulunduğu evrensel adalet güvenceli hukuk değerleri ile birlikte; nitelikli/kaliteli bir yaşamın göstergesi olarak, daima insan topluluklarına gönenç ve mutluluk güvencesi verebiliyorken;
Ahlakın, yerel ve kişisel keyfiyetlerle sınırlı olması nedeniyle niteliksiz/kalitesiz ve güvencesizliğiyle sürekli mutsuzluk verebilir…
Burada “tercih bilincinin gelişkinliği” karşımıza; “Kaliteyi belirleyenin, kaliteyi talep etme kalitesi…” olduğunu çıkarmaktadır.
Kalite talebi farkına dikkat çekmek için bilinen bir örneği burada yeniden hatırlamakta yarar var. Yaklaşık 20 yıl önce günlük bir gazetenin 3. sayfasında küçük bir manşet ile “En Hukuki Mafya(Çete) Yakalandı!…” başlığı yer almıştı. Haberi okuduğumuzda, çek-senet tahsilatı işi ile uğraşan bir grubun üyelerinin her birinin üzerinden fotokopi ile çoğaltılmış sözleşme (ortak racon manifestosu) çıktığını öğreniyoruz. Sözleşmenin kuralları ise: 1) İşi getiren %60’ı alır; 2) İşi getiren icraata katılırsa %70’i alır; 3) Getirilen iş, döviz(Mark, Dolar,..)işi ise işi getiren %70’i alır; 4) İşi getiren döviz tahsilatına katılırsa %75’i alır;… gibi bir dizi kurallardan oluşuyordu…
Çete üyelerinin kendi rızalarıyla geliştirdikleri bu grup içi hukuka(racon) uygun davranmak; kendi “Ahlak anlayışları” için makbul olabilir ancak içinde bulundukları toplumun kamu yararından doğmuş haklarına aykırı bir suç manifestosu niteliği taşımaktadır ancak “hiç bir Etik yanı yoktur!…”
Bu örneğin ulusal ve uluslararası ölçekteki büyük sermayeli mafya/haydut yapılanmalarının suç sözleşmelerine(racon) göre davranan benzerlerini “Anti-Tröst” yasalarıyla yasaklanmış olan “Tröst” adıyla bilinen “Suç Tekeli Yapılaşmaları”nda da görüyoruz. Bunun çok basit canlı örneğini “birçok TV kanalının aynı anda aynı reklamı vererek” topluma “reklam terörü” yaşatmalarında görebiliriz… Evrensel etik değerlere yapılan saygısızlıklara karşı mutlaka ses çıkarıp bir şeyler söylemeliyiz…
Sadece bunlara değil, her türlü haksızlığa karşı; terör dahil, her türlü şiddeti reddederken, gerekli olan etik değerlere bağlılığımızı göstererek, herkesin mutlu olmak hakkı adına toplumsal mutluluğu korumak için adalet güvenceli hukukun sağlayacağı nitelikli/kaliteli bir yaşamın evrensel etik değerlerinden taviz vermeyeceğimize and içeriz…
(*) ODTÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ahmet İnam’ın “Mutsuz Olmak Aptallıktır…” ( http://renklikadinlar.com/mutsuz-olmak-ahlaksizliktir/ ) başlıklı yazısının ahlaki değil “Etik bir Manifesto” olduğunu unutmadan ekleyelim…
Fotoğraf 2: Kirpi yavrularını emziren kedi.