- “Mimarlıkta Kuram Sempozyumu’na Doğru Giderken; “Mimarlar Odası Öğrenci Üye Grupları Arası, Ön Kolokyumlu Mimarlık Eleştirisi Yarışması” Hazırlık Süreçleri…
- Alan memnun, satan memnun…
- “Adalet Güvenceli Hukuk”un Mantığı; “Kamuyasal Toplum”un Matematiksel Özüdür!…
- İstanbul’a dair
- Ne Kadar Güzel Bir Şey Şu “Hayal Kurmak…”
- Doğan Kuban’ın anısına… “İstanbul’un tarihi mirası baygın…”
Günümüz Mimarisinde En Büyük Zenginlik; “Fakirlik…”
Bir yerde bol bulunduğu için hiç de yokluğu çekilmeyen; en fazlasına sahip olunduğu için de “o şey/ler/in” zenginlik sayılması, gayet sıradan bir şey… Burada bir sorun yok!….
Sorgulanarak irdelenmiş düşünce alanı da sayılan felsefe; ayrıca her türlü “sorgulanabilirliğe” açık olarak durduğu sürece “bilimsel özellik” taşır. Herşeyi sorgulamanın yolu “Bilim Felsefesi”ne düşer…
İlk kaynağından son vardığı yere kadar, her aşamasında kayırmaksızın, acımasız bir tarafsızlıkla sorgulanmadığı için “kendinden menkul” hale gelen kayar-gezer köksüz düşünceler; sahibince de bilin/e/meyen olarak kaldığı sürece, kendisini sürükleyerek hangi çukura götüreceği bilinemez…
Üniversal bir akademik tavırla sorgulamanın ilkelerini, eleştirel mantıkla geliştirip evrensel bir düzeye taşıdığı için “hiçbir ayrımcılığa yer vermeyen” üniversite; kendi tarihi içinde evrensel ölçü/ölçek/değer/liyakat vb. kriterlerin kaynağı konumuna gelmiştir. “Ben yaptım oldu işte…”nin kıymeti, üniversitelerin henüz ilk örneklerinin ortaya çıktığı ve her bakımdan insanlığın bataklığı sayılan insanlık dışı uygulamanın yaşandığı “Ortaçağ Derebeyleri” döneminin (hukuksuz!)keyfiyeti ile sınırlıdır…
Oysa ki, ancak üniversitelerde evrensel olarak herşeyin birbiriyle ilişkisi; diyalektik bir mantık felsefesiyle sorgulanmış olan mutlak matematiksel bağlamlarla kurulabilmektedir… Bu nedenle “Üniversite, kurallı/hukuki/ilkeli eleştirinin kurumsallaştığı yerdir!” denir ya…
Bunun için de en fazla başvurulan temel bilim alanı da matematik olmaktadır. Bilimin sinir ve kan dolaşım sistemidir, aynı zamanda… Öyle ki “Matematiksel Mantık Felsefesi” bugün herkesin “severek(!) kullandığı” vazgeçilmez bir araç konumundadır.
Örneğin, günümüzde bilişim teknolojisinin temeli de zaten bu zemin üzerinde yükseldiği için, herhangi bir arkadaşınıza “Bugün öğlende ne yemek yiyek la?…” diye besin değeri yüksek sevimli bir mesaj attığınızda;
bilgisayarınız ya da cep telefonunuzun ara yüz program/lar/ında “devreye giren işlemler” aslında CERN’de daha yeni, geçtiğimiz yıllarda deneysel olarak keşfi kanıtlanan “Higgs Boson”unun “ilk ortaya atıldığı yıllardaki bilişim alt yapısından çok daha yüksek düzeyde” matematiksel işlem gerçekleşmektedir.
Çağımız, böylesi çelişkili-biraradalık olan “Oksimoron” koalisyonlara da “faydalı” ya da “faydasızlık” konumuna göre yer verebilmektedir. Örneğin “Artur Fleming” tarafından ilk bulunduğundan bu yana milyonlarca insanı ölümden kurtaran ve/ya hastalıklardan koruyan “Aşı” da “Oksimoron” bir örnek sayılabilir. Çünkü bir hastalığı yine o, “aynı hastalığın mikrobunu, işlemden geçirerek zayıflatıp” kullanmak da “faydalı” bir “Oksimoron” uygulamadır.
“Matematik”, işgördüğü tüm alanlara özgü düşünme davranış alışkanlıklarının yani “Mantık Felsefesi”nin de temelini oluşturur…
Çünkü ölçü/ölçek/kıyas/oran/mantık gibi açık, hesap verebilir, şeffaf ve denetlenebilir temel ögeler; “Matematiksel Mantık Felsefesi”nin mutlak olarak içinde yer alır ve onu, her bir sorgulama sonrasında “Sağlam Bir Zihniyet” olarak yeniden kurabilirler…
Doğa-çevre; insan-insan; kültür-tarih; vb. gibi eklenebilecek tüm verilerin; temel veriler olarak bir bütünlük oluştururken “Matematiksel Bir Harmoni”nin bir zenginlik olarak ortaya çıkmaması düşünülemez… Her bir harmonik bütünlük mimaride de birbirinden çok farklı renk ve kıvamda zengin mekanlar oluşturabilir. Bu mekanların herbiri yeryüzünün farklı bir yerinde, farklı kentsel bütünlükler ve yerel özgünlükler olarak kendilerini koruyup-geliştirerek yaşamı etkilemeye ve yaşamdan etkilenmeye devam edebilirler. Ediyorlar da zaten!…
Ancak, böylesine zengin çeşitliliğe ve sayısız farklı olanağa sahip bu dünyayı, günümüzde gittikçe daha fazla “tek-tipleştirerek tipsizleştiren” bir “mimari anlayışın” aslında “sağlam zihniyetten yoksun bir fakirlik” olduğunun ne zaman farkına varılacaktır? Gittikçe büyüyen yerel ve küresel sorunumuz da budur!…
Çünkü, geçmişten ve bugünden örnekleriyle her açıdan çok güzel, sağlıklı/esenlikli ve güvenilir mimari eserlerin, gittikçe kabararak büyüyen ve kuru-tuzlu betonarme reziLdanslar okyanusunun ortasında, “bir kaşık tatlı su” gibi kalıyor oluşu bir hayli hüzün veren, acımasız dramatik bir durum…
Keşke kamunun kullanımındaki tüm projeler(Kamu/Özel: toplu konut, stadyum, otel, AVM,… vb) uluslararası mimarlık yarışmaları ile yapılabilseydi… Şimdi nasılsa tüm bu projelerin çoğu yarışmasız olarak yabancılara hediye ediliyor!…
Öte yandan, nitelikli mimari tercihler yapmak yerine, huzursuz koşuşturmalar içinde yaşamını belirsiz bir geleceğe ertelemiş ve sadece birikimini koruyacağı ve/ya başını sokacağı “bir mekana sahip olmak” talebiyle sınırlanmış hayatları yaşayanlar; bir kez daha “Kaliteyi belirleyenin, kaliteyi talep etme kalitesidir…” sözünü akla getiriyor…
Mimarlar olarak görevimiz, talep kalitesini artırmaya çalışarak; yani “TOKİ” ve “Honk-Kong TOKİ”si gibi dünyadaki benzerleri sayesinde ortaya saçılan, mimarideki fakirliğin çoğalarak; “fakirlik zengini bir mimari” olarak tarihte yer almasının önüne “çizerek” geçmektir…
Çizginize kuvvet; ha gayret…
Mimarlara Mektup Bülteni / Nisan 2018 / Sayı: 230