- Kamuoyuna Duyuru
- TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kadın Komisyonu 25 Kasım Bildirisi
- Tuzla Kamil Abduş Gölü çevresinin yapılaşmaya açılmasının yürütmesi durduruldu
- Adalar imar planlarının yürütmesi mahkeme tarafından durduruldu
- Mimarlar Odası Üye Kayıt İşlemleri Ve Üyelik Ödenti Uygulamaları Hakkında
- XVIII. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali başlıyor
“Estetikte ‘Algı Bozukluğu’ Sorunu ve Nedenleri Üzerine; ‘Etik Sorgulama’ Arayışı…
Böyle bir konu başlığının ağırlığını bir sayfalık yazı ile bir yerden az ötedeki bir yere taşıyabilmek olanaklı mı? Ben sanmıyorum; hem ayrıca siz de öyle bir şey beklemeyin… Peki, deneyelim mi?… E, şu an ne yapıyoruz ki?… Güzeeel, başladık o zaman…
Bu cümleyi sizin de zaman zaman kullandığınız oldu mu hiç; “Göz var, nizam var. Sana mı inanacağım yoksa gözlerime mi?!…” ya da benzeri bir şeklini?… Kullanmamış olsanız bile kullanan birini görmüş ya da duymuş olmalısınız… Bazen tartışan iki kişinin aynı cümleyi aynı şekilde karşılıklı kullandığı da olabilir. Niye olmasın ki, ikisi de aynı anda, aynı yerde, aynı olayın karşı tarafları olarak; hatta varsa kalabalık taraftarlarıyla birlikte tartışıyorlardır aynı cümleyi birbirlerine kendilerinden çok emin olarak bağıra çağıra söylerlerken…
Oysa ki, mutlaka bir taraf yanılıyordur!… Hatta öylesine farklı bir olay yaşanır ki, her iki taraf da karşılıklı ve mutlak yanılgılarını; o an “sanılgı” olarak yaşıyorlardır… Sanki aynı yanlış rüyada yaşıyorlar gibi… “Sanılgı” mı?: O, “Kesin bir yanlışı, kesin bir doğru sanmak”, demek…
Dalgınken ya da gergin bir ortamdayken yaşanan “şiddetli bir korkunun”; insanın tüm bedeninde ani, kontrolsüz ve sapkın refleksler eşliğinde ölçüsüz hormon salgınlarına yol açtığı bilinir… Bu salgılarla “bilinci harmanlanmış” kişinin kabarmış “şiddetli bir korkunun tsunami dalgası” ile olay yerine ikinci kez aniden geri dönüşünde, bedeninde yol açtığı değişiklikler de bilinmektedir… Fizik ve kimyanın ele ele verip bedenimizi hallaç pamuğu gibi attırdığı ve sinir sistemimizi “İt oynamış yonca tarlasına” çevirdiği o anda; apaçık olan gözlerimiz mağdur haldeki kendimizi algılamamıza yardım etmek için görmeye çalışıyordur bir yandan da… Ne görüyorsa onu; dahası nasıl görüyorsa onu görüyordur… Sonradan hatırlamaya çalıştığında “gözünün önünde” olan biteni yeniden ayıklayıp yeniden net olarak görmeye çalışacaktır, nasılsa…
Oysa ki, yaşanan şiddetli korku sırasında, onca olan bitenler arasında gözümüzü hareket ettiren kaslar da hızlı fiziksel ve kimyasal olarak olan bitenler sırasında; kontrolsüz -refleks- kasılma hareketleri yaparak ortama uyum sağlamaya çalışıyordu!…
Bu araya bir hatırlatma parantezi açalım:
Artistik Perspektif çizimi sırasında sonuç olarak elde edilmek istenen görüntünün “Resim Düzlemi”nin neresinde olduğuna göre “gerçeklik algısı” da değişmektedir. Yani birinci konumda “Resim Düzlemi üzerinde” elde edilecek görüntü “gerçeklikle doğru orantılıdır”. İkinci bir konum olan “Resim Düzlemi’nin gerisinde” ise görüntü gerçekte görünmesi gereken oranlardan çok daha küçük bir görüntü olarak algılanır… Üçüncü konumda görüntü “Resim Düzlemi’nin önünde” ise bu kez gerçekte görünmesi gereken oranlardan çok çok büyük, devasa bir görüntü ile yani perspektif deformasyon eşliğinde ortaya çıkar… Örneğin bir film afişi üzerinde oyuncunun elindeki silahın namlusu devasa bir görüntü ile tank namlusu (Verecek başka bir önek yok muydu yaa?!) gibi abartılı bir boyutta görünür. -Parantezi kapatalım.-
Kaldığımız yerden devamla:
Göz kaslarımızın her birinin, aynı anda şiddetli korku sırasında her bir kasılması sırasında (Gözlerimizdeki normal görme bozukluklarımızdan ayrıca.) gördüğümüz gerçek şeylerin; göz yuvarımızda oluşan her bir kasılma değişikliğiyle oluşan deformasyon sırasında görüntülerin “Resim Düzlemi”nin “üzerinde”; “gerisinde” ve “önünde” olarak değişmesi sırasında gerçeklik algısı deformasyonuna yol açmaktadır. O anda aklımızda kalan hangi deformasyon aşaması ise sonradan o aşamayı dile getirme eğiliminde oluruz. Küçük olanı devasa, devasa olanı küçük gibi algılama sırasında gerçeklik boyutu algısını yitirdiğimiz durumlar oluşabilir.
“Tüm bu algı bozukluklarımız böylesi anormal (şiddetli korku vb) durumlar dışında da oluşabilir.”
Değişken fiziksel kimyasal etkiler ya da duygulanımlar, örneğin; göz bozuklukları, alkol, tansiyon, taşikardi, heyecanlanma, kan şekeri düşmesi ya da yükselmesi vb., vd.
Bir sergide hep beraberken “Altın Oran” ölçülerini taşıyan bir şekli; birbirimizden çok çok farklı olarak algılama ve yorumlama biçimimizin temelinde de aynı etkiler yoğun biçimde yer alıyor olabilir.
Konulara yaklaşırken olası “Algı Bozukluğu”nun farkında olarak değerlendirmelerimize özen gösteriyorsak; “saygıda da eşdeğer duygulanım ve düşüncelere yol açabiliyoruz demektir.”
Peki ne demek istiyoruz?… Bir yandan resimlere bakarak konuşalım; “Buffer” cinsi Japon balığına, deniz dibi kum zeminde yarattığı sanatsal çalışmasından dolayı hayran olmamak elde değil. Buffer Balığı dişisine kur yapmak için yaklaşık 1 mt çapında düzenlediği bu deniz dibinde “kum sanatı” çalışması bizde “Algı Bozukluğu”na yol açmadığına göre; bu durum “saygıda eşdeğer duygulanım ve düşüncelere” yani bir güzellik ölçüsü/ölçeği algısına da “Estetik Değer” algısına yol açabilir, demektir…
Eğer her zaman, saygıda eşdeğer duygulanım ve düşüncelere yol açmaya insanca özen gösterebiliyorsak; bu bizim “şu an var olmadığı için” bir utopya olan “Adalet Güvenceli Hukuk Sistemine” olan inancımıza da işaret eder.
Bunun bir tür “Adalet Estetiği’nin huzurlu mutluluğuna yol açmayacağı da söylenemez”; hatta dikkatlice bakılırsa “Adalet Estetiğinin” Buffer Balığı’nın sanatsal çalışmasından gözümüzün içine doğru mutlu bir huzurun yol aldığını bile görebilirsiniz… Çünkü sadece “Bakmak ve Görmek…” yeterlidir.
Bu arada Buffer Balığı’nın “kamusal alanda kamuyasal çalışmasına dikkat” etmek lazım; “Sevgi” ne kadar “kişisel ve özel alan değeri” ise “Saygı” da o derecede “kamuyasal alan değeridir”. Yani isteğiniz dışında hiçkimseyi sevmek zorunda değilsiniz. Çünkü sevgi sizin özel alanınızdır. Ancak başkalarına “Saygı” duymasanız bile “Saygı göstermek” ya da “kamusal alanda bulunma sorumluluğu” olarak “Saygısızlık yapamaz; insan olan…” Çünkü, “Ahlakın kişisel ve oynak keyfiliğinin” ötesinde, “Etik’in kamuyasal saygı güvencesi”; bizlerin her türden “Etik Sorgulamalara” her zaman özgüven içinde ve tarafsızca yer ve yanıt verebileceğimizin kanıtıdır da…
Bufer Balığı’nın kamusal alandaki bu üç boyutlu heykel çalışmasıyla; sevgisini kamuyasal bir saygı etiği olarak estetize ettiğini söyleyebiliriz…