- Toplum, Kent Ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışması Basın Açıklaması
- Kent Düşleri Atölyeleri XVII Gerçekleştirildi
- AYM’den Can Atalay Kararı: Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi yok hükmünde!
- Gezi Direnişi 11 yaşında, adalet yıllardır kayıp!
- TMMOB 48. Olağan Genel Kurulu
- “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” laiklik düşmanı, bilimi ve fenni dışlayan gerici bir eğitim-öğretim modelidir!
Baskılara, Savaş ve Sindirme Politikalarına, Erkek Şiddetine Karşı Mücadelemiz Sürecek
TMMOB Kadın Çalışma Grubu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir basın açıklaması yaptı:
“Baskılara, Savaş ve Sindirme Politikalarına, Erkek Şiddetine Karşı Mücadelemiz Sürüyor, Sürecek
Irkçı ve ayrımcı politikaların tüm dünya genelinde yükseldiğine tanıklık ettiğimiz, erkek egemen şiddet dilinin dört bir yanımızı kuşattığı bir dönemde selamlıyoruz 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü.
Çocuk istismarının kat kat arttığı, kadınların ve çocukların, tacize, tecavüze uğradığı, öldürüldüğü, bu şiddeti engelleyecek mekanizmaları oluşturması, düzenlemeler yapması gereken siyasi iktidarınsa bırakın engellemeyi, şiddetin her türlüsünü kendisinin meşrulaştırdığı, kadınları hane içine ve aileye sıkıştıracak politikalar geliştirerek şiddeti tırmandırdığı bir iklimde…
Neoliberalizmin eşitsizliği ve ayrımcılığı açık bir şekilde savunmaktan çekinmeyen aktörleri adeta altın çağını yaşıyor. Şiddet sarmalının, Ortadoğu sınırlarını aşıp dünyaya yayıldığı bu tarihsel dönemeçte, çatışmasızlık ve barış ortamında dahi emeği, bedeni ve yaşamı üzerinde söz sahibi olmak için mücadele etmek zorunda olan kadınları, çok daha çetin bir mücadele bekliyor.
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet karşısında kolluk kuvvetlerinden, savcıya ve mahkemelere kadar tüm adalet sistemi erkek dayanışması gösteriyor. Uğradıkları şiddetin yanı sıra suçlanmaya ve travmaya maruz kalan kadınlar ise devlet eliyle işlevsiz kılınan mekanizmalar ve baskılar sonucu son raddeye gelene dek polislere/karakollara başvurmuyor. Başvuranların ise ya şikâyetleri alınmıyor, ya şikâyetten vazgeçirilmeye çalışıyor ya da talepleri geri çevriliyor. Kadınlar çoğu zaman can güvenliği olmayan,şiddet gördükleri, daha da fenası bu şiddetin failleriyle birlikte yaşadıkları evlere geri dönmek zorunda bırakılıyor.
Mahkeme heyetleri takım elbise giyen, “erkekliğime küfretti” diyen, öldürdüğü karısını çok sevdiğini söyleyen erkeklere haksız tahrik ya da iyi hal indirimleri verirken, kendisine yıllar boyunca tecavüz eden, şiddet uygulayan erkeklere karşı meşru müdafaa yapan kadınlara en yüksek sınırdan cezalar yağdırmaya devam ediyor.
Bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, kız çocuklarına tecavüzü, ensesti meşrulaştıran; telefon, faks, mektup, mesaj ve Internet ile eşten boşanılabileceğini söyleyen fetvalar veriyor.
Türkiye’de kadın istihdamı düşük olduğu ve bu istihdamın neredeyse yarısının da kayıt dışı olduğu bilinmekteyken kayıt dışı istihdamla mücadele etmek yerine taşeron sistemi kamuda da yaygınlaştırılarak emek piyasası giderek daha fazla esnek ve güvencesiz hale getiriliyor. Kadın istihdamının arttırılması şöyle dursun kadınlara vaat edilen tek şey yarı-zamanlı ve güvencesiz işler oluyor.
Tarih bu dönemi AKP iktidarının kadınların kazanılmış haklarını birer birer geri almaya çalıştığı bir dönem olarak yazacak.
Altına imza atılan İstanbul Sözleşmesi gibi sözleşmelere uymadıkları gibi kendi dönemlerinde çıkardıkları yasaları, yürürlüğe koydukları genelgeleri bile nasıl ortadan kaldırırız diye uğraşıyorlar.
Buna en yakın örnek, 2010 yılında çıkarılan, eksiklerine rağmen uygulandığı takdirde toplumsal cinsiyet eşitliği açısından önemli gelişmeler sağlayabilecek olan Başbakanlık Genelgesi. Eşit işe eşit ücret imkânının sağlanması, iş yeri denetimlerinde cinsiyet eşitliğine uyulup uyulmadığının denetlenmesi, hem mevcut durumun anlaşılması hem de gelecekteki politikalara ışık tutması açısından gerekli olan cinsiyet temelli veri toplanması zorunluluğu gibi toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında önemli hükümler içeren Genelge güncellenme bahanesi ile ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
Bölgede yerle bir edilen evleriyle; bodrumlarda yakılan, sokak ortalarında vurulan, yakınlarının dahi almasına izin verilmediği için cenazeleri günlerce sokak ortalarında bırakılan, akreplerin arkasından sürüklenen bedenleriyle; savaş politikalarından en fazla zararı yine kadınlar ve çocuklar görüyor.
Hem içerde hem de dışarda bir politika aracına dönüştürülen mültecilik konusu özellikle kadınları ve çocukları vuruyor. Kayıt dışı ve düşük ücretle çalıştırılma; barınma, sağlık eğitim gibi temel ihtiyaçlardan dahi faydalanamama; özellikle kız çocuklarının para karşılığında ikinci eş olarak evlendirilmeleri ve dahası ve dahası…
Siyasi iktidarın var olan yasaları uygulamak, kadınları ve çocukları koruyacak düzenlemeler yapmak, hayata yeniden tutunmalarını sağlayacak mekanizmalar geliştirmek yerine zinayı, idamı, hadım gibi şerri hukuka dair konuları yeniden tartışmaya açmak için fırsat kollaması ise bizi şaşırtmıyor.
Çocuk yaşta evlendirilen, çocuk yaşta hamile kalan kız çocuklarını yasal olarak bildirmeleri gerekirken örtbas etmeye çalışan hastane idarecileri, valiler, varlıklarını ve pervasızlıklarını AKP iktidarına borçludur.
Yüzde 99 engelli oğluna 17 sene boyunca bakan annenin sonunda pes edip hem oğlunu hem kendisini öldürmesinin baş sorumlusu AKP iktidarıdır.
Kendisine tecavüz eden adamla mahkemede karşılaşma korkusundan kalp krizi geçiren 9 yaşındaki kız çocuğunun ölümünün sorumlusu AKP iktidarıdır.
Dini nikâh için resmi nikâh zorunluluğunun ortadan kaldırılması, müftülere ve imamlara resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesi gibi uygulamalarla kadınların ve çocukların eşit ve özgür bireyler olarak yaşamalarında temel teşkil eden laiklik ilkesinin aşındırılmasının sorumlusu AKP iktidarıdır.
Hal böyleyken ve ülkemizde Olağanüstü hal politikası olağanlaştırılmışken, eleştirel düşünceye ve kamusal alanda ifade edilmesine yönelik baskı ve şiddet adeta sistematik bir hale dönüşüyor. Bir bebekten katil yaratmak değil ama bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamaya kalkışmak suç addediliyor. Düşünmenin ve konuşmanın yasaklandığı her yerde sadece şiddet ve şiddet dilinin konuşması istenir. Bu nedenle ve her şeyden önce susmamak ve konuşmakta ısrar etmek, inadına ses çıkarmak, bir çocuğun atamadığı çığlık olmak boynumuzun borcudur.
Erkek egemen tarih yazımına rağmen tarihe adlarını kazıyan ve dayatılan koşullara canları pahasına isyan ederek 8 Mart’ı tüm dünya kadınlarına armağan eden kadın dokuma işçilerinin anısı önünde eğiliyoruz.
New York’taki tekstil fabrikasında greve giderek polis şiddeti sonucunda çıkan yangında yaşamını yitiren 120 kadının yaktığı meşale bugün de yanıyor. Kadınların kendilerine reva görülen koşullar karşısında susmalarını, korkmalarını ve itaat etmelerini bekleyenler o gün olduğu gibi bugün de yanılıyor. O gün olduğu gibi bugün de kadınlar susmuyor, korkmuyor ve itaat etmiyor…
Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Kadın Dayanışması”