Trakya’nın Yok Edilişi: Rantın ve Çevresel Yıkımın Hikayesi

Yazar- Ahmet Erkan 12 Mart 2025 Çarşamba

 

Çevrenin korunması da çevre hakkı kavramı da diğer bütün insan haklarının gerçekleşmesinde olduğu gibi özünde bir demokrasi sorunu, demokratik katılım sorunudur. İnsanlığın bugün ulaştığı uygarlık düzeyi ve kazanımlar gelecek kuşaklar pahasına yaratılmış ve yoksul insan sayısı giderek artmış ise hiçbir ekonomi ya da ekonomik sistem başarılı sayılamaz. Bugünün egemen kültürü “sınırsız tüketim” anlayışına dayalıdır. Çevreci hareket de işte bu egemen kültüre başkaldırı hareketidir. Temel başkaldırı da ekonomi politikalarına yöneliktir. Egemen kültürün dinamiği üretim/tüketim, temel mantığı da daha fazla üretmek ve daha fazla tükettirmektir. Her şey, doğal kaynaklar, teknoloji üretmek ve tüketmek için vardır. Daha fazla üretip daha fazla tüketmek amaç haline gelmiş, insanlar tüketim kölesine dönüştürülmüştür. Üretim ve tüketim düzenleri bu mantık ile ve doğanın yasalarına uymayan bir yıkıcılıkla sürüp gittikçe çevre sorunlarının çözümünde başarı sağlanamaz. Bu mantığın değişmesi ise tüketimin amaç değil araç görüldüğü, “sınırsız büyüme” yerine çevre-ekonomi dengesine dayanan, çevreyi kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırı gören bir kültürün egemen olmasına bağlıdır.

Dünya hızla ve durmadan tüketiyor. Tüketim toplumu olduk, kullanıp atıyoruz. Nüfus hızla artarken yeryüzü kaynakları belirli ve sınırlı, ancak bu sınırı da tüketiyoruz. Dünyanın doğal kaynaklarını yok ederek insan ömründen dört-beş kat daha uzun ömürlü ambalaj malzemeleri üretiyoruz. Dünya atık çöplüğüne döndü. Yer altı ve yüzey sularımızı, tarım topraklarımızı, ormanlarımızı, sahillerimizi, özel alan niteliğindeki doğal değerlerimizi tüketiyoruz. Eskiden kullanılanları toplar başka amaçla yeniden kullanırdık. Binlerce yıllık kültürümüzde korumacılık ve tutumluluk esastı. Bu kültürü anlaşılır kılarak ve sentezini yaparak, kültürümüzü ürünleştirecek teknolojik gelişmeyi başarmamız gerekir. Üretimde çevreye duyarlılık vaz geçilmez olmalıdır. Buradan konumuz olan Trakya bölgesindeki olup bitenlere dönecek olursak;

Trakya, verimli tarım arazileri, eşsiz ekosistemi ve stratejik coğrafyasıyla ülkenin en kıymetli bölgelerinden biri olmasına rağmen, rant odaklı politikaların pençesinde hızla yok ediliyor. Organize Sanayi Bölgeleri, kaçak liman projeleri, kimyasal atık depolama alanları ve su kaynaklarını tüketen sanayi projeleri, bölgeyi adım adım çöküşe sürüklerken, hem merkezi hükümet hem de yerel yönetimler gereken çevre hassasiyetini göstermekte başarısız oluyor. Trakya’nın geleceği için halkın, yerel yönetimlerin ve çevre gönüllülerinin ortak bir mücadele vermesi zorunludur. Ancak bu mücadelede, halkın taleplerini görmezden gelen yerel yönetimlerin de sorumluluğu unutulmamalıdır.

Marmaraereğlisi Belediyesi’nin askıya çıkardığı planlar, bu süreçteki en tartışmalı örneklerden biridir. Halk sağlığını, deniz ekosistemini ve tarım alanlarını tehdit eden kimyasal atık depolama kapasite artışı projeleri, çevreye telafisi imkânsız zararlar verebilir. Marmaraereğlisi gibi yerel yönetimlerin, halkın iradesine rağmen bu tür projelere onay vermesi büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu projeler yalnızca bölge halkının yaşam kalitesini düşürmekle kalmamakta, aynı zamanda çevre gönüllülerinin ve meslek örgütlerinin yıllardır dile getirdiği uyarıların ne kadar haklı olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Trakya’da tarım arazilerinin hızla yapılaşmaya açılması ve köylünün topraklarından koparılması, yalnızca ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda ulusal bir güvenlik sorunudur. Topraklarından edilen köylüler, geçim kaynaklarından koparılıp sermayeye bağımlı bir hale getirilirken, bu topraklarda üretim değil tüketim dayatılmaktadır. Halkın elinden alınan araziler için ödenen paralar, gelecekte yaşanacak yoksulluğu önlemeye yetmeyecek, tersine yoksulluk döngüsünü derinleştirecektir. Tarım ve hayvancılıkla geçinen bir halkın üretimden koparılması, yalnızca ekonomik değil, toplumsal ve kültürel bir yıkımı da beraberinde getirecektir.

Ergene Havzası’nın sanayi atıklarıyla zehirlenmesi, bölgeyi ekolojik felakete sürükleyen en somut örneklerden biridir. Yeraltı sularının tükenmesi, zehirli atıkların toprağa karışması ve tarımsal faaliyetlerin büyük ölçüde sekteye uğraması, yalnızca Trakya’nın değil, Türkiye’nin gıda güvencesini de tehdit etmektedir. Su kaynaklarının korunması, ekolojik bir mesele olmanın ötesinde, yaşam hakkının savunulması anlamına gelir. Ancak bugünün rant odaklı düzeni, bu gerçeği göz ardı ederek yalnızca kısa vadeli kazançları gözetmektedir.

Trakya’nın hızla plansız yapılaşmaya açılması, beklenen Marmara Depremi’yle birleştiğinde bölge için daha da büyük tehlikeler yaratacaktır. Marmaraereğlisi gibi kıyı bölgelerinde yapılan koruma amaçlı 1/5000 NİP ve 1/1000 ölçekli UİP değişikleri ve kimyasal atık depolama kapasite artışı projeleri, deprem sırasında denizlere sızacak kimyasal atıkların yaratacağı yıkımı katbekat artırabilir. Deprem riski taşıyan bir coğrafyada, ekosistemi ve insan sağlığını tehdit eden projelere izin vermek sorumsuzluk değilse nedir? Marmara Depremi’nin yaratacağı altyapı sorunları ve bölgesel göç dalgaları düşünüldüğünde, Trakya gibi stratejik bir bölgenin korunması daha da hayati bir hal almaktadır.

Çevre mücadelesi, sınıf mücadelesinin bir parçasıdır ve bu mücadele yalnızca çevrecilerin değil, emeğin ve doğanın haklarını savunan herkesin görevidir. Tarım arazilerinin korunması, kimyasal atık projelerinin engellenmesi ve su kaynaklarının savunulması, Trakya’nın geleceğini korumak adına elzemdir. Marmaraereğlisi Belediyesi gibi yerel yönetimler, halkın taleplerini dinlemeli ve bu doğrultuda hareket etmelidir. Çevre gönüllülerinin, meslek örgütlerinin ve bölge halkının uyarılarını dikkate alarak daha katılımcı bir yönetim anlayışı benimsenmelidir.

Trakya, rant düzenine teslim edilmeyecek kadar değerlidir. Bu toprakların savunulması, yalnızca doğayı değil, geleceğimizi savunmak anlamına gelir. Tarım ve hayvancılık, yalnızca bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda ulusal bağımsızlığımızın temel taşlarından biridir. Beklenen Marmara Depremi’ni ve çevre felaketlerini göğüsleyebilmek için halkın çıkarlarını gözeten, çevreyi koruyan ve geleceği düşünen bir yönetim anlayışı şarttır. Trakya’nın sesi olmak,  yalnızca bölgesel bir çağrı değil, tüm ülke için bir uyarıdır. Bu çağrıya kulak vermek, hepimizin ortak sorumluluğudur. Merkezi ve yerel yönetimleri planlama süreçlerini şeffaf ve katılımcı bir şekilde yürütmeleri konusunda daha sorumlu davranmaya davet ediyorum.

Ahmet Erkan / Mimar
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi

 

Yazar- Ahmet Erkan 12 Mart 2025 Çarşamba