İnsanlığın ortak mirası Ayasofya’yı korumak asli görevimizdir
Ayasofya inşa edildiği 6. yüzyıldan bugüne Dünya mimarlık tarihinde özel bir yer tutmuştur. Yapının mimarları İsidoros ve Anthemius, Roma mimarlığının merkezi kubbeli mekan dilini bazilikal planlı yapıda daha önce denenmemiş bir şekilde yorumlamışlardır. Geliştirilen bu yeni plan şeması ve yapım sistemiyle döneminde ve sonrasında aşılamayan büyüklükte bir kubbe inşa edilebilmiş ve yapı her zaman için mimarların esin ve öğreti kaynağı olmuştur. Nitekim İstanbul’un fethinden sonra her kuşak mimarın tasarımlarını Ayasofya’yı dikkate alarak geliştirdiğini görürüz. Osmanlı mimarlığını doruk noktasına taşıyan Mimar Sinan’ın önemli esin kaynaklarından biri de Ayasofya olmuştur. Koca Sinan Ayasofya’yı çok iyi etüt etmiş, bir yandan mekanı ve strüktürü kavramış, bir yandan da yapının taşıyıcı sistemindeki önemli sorunları saptamıştır. Mimar Sinan’ın yapıyı destekleyici onarımları, Ayasofya’nın depremlerden ağır hasar almadan günümüze ulaşmasına büyük katkı oluşturmuştur.
Bir kilise olarak inşa edilen Ayasofya, İstanbul’un fethinden hemen sonra Fatih Sultan Mehmet’in emriyle cami olarak kullanılmaya başlamıştır. Dönüştürme sürecinde yapıya bir hasar verilmeden yeni işlevine uygun küçük müdahalelerde bulunulmuştur. Öyle ki 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Ayasofya’yı tüm insanlığın ortak mirası olarak değerlendirip herkes tarafından gezilebilir, ziyaret edilebilir bir yapıt olarak müzeye dönüştürülmesini istediğinde, yapının cami dönemi ekleri ve donatıları korunurken küçük ölçekli restorasyon müdahaleleri ile kilise döneminin özgün yüzeyleri de açığa çıkartılabilmiştir.
1985 yılında Ayasofya, İstanbul’un diğer bazı önemli yapı ve yerleşim alanlarıyla birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edildi. “İnsanoğlunun yaratıcı dehasını gösteren bir başyapıt” olma kriterini karşıladığı ve üstün evrensel değer taşıdığı için bu özel statüye layık görüldü. Atatürk’ün ileri görüşlülüğüyle tüm insanlığa armağan edilen Ayasofya, müze işlevinin sonlandığı 2020 yılına kadar, hem zemin katı hem galeri katı halka açık, yılda ortalama 3 milyon ziyaretçi alan bir yapıydı. Yapı yeniden camiye dönüştürüldükten sonra ilk aşamada galeri katı ziyarete kapatıldı. Yapıyı bir yılda ibadet ya da ziyaret amaçlı 13 milyonun üzerinde insan ziyaret ederken, yapının bu kitlesel hareketlilik nedeniyle yaşadığı fiziksel sorunlar basında sıklıkla yer almaya başladı. Geçmişte yapı tek merkezden Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından idare edilirken ve düzenli olarak tüm bölümleri temizlenip gerekli bakım onarım işleri sürdürülürken, cami işlevi ile Bakanlığın yanı sıra Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de yönetime dahil edilmesi ayrı bir sorun yumağı oluşturmuş, Kültür ve Turizm Bakanlığı dört katına çıkan bu ziyaretçi sayısını denetleyemez hale gelmiştir. Bu sorunun bir çözümü olarak Bakanlık geçtiğimiz günlerde bir ziyaretçi planlaması yapıldığını ve galeri katının da yeniden açılacağını duyurdu. Kuşkusuz galeri katının temizlik ve bakımının yapılarak ziyarete açılması olumlu bir yaklaşımdır. Ancak yapı camiye çevrilirken ibadetin yanı sıra yerli yabancı herkes tarafından ücretsiz ziyaret edilebileceği belirtilmişken, galeri katının ancak 25 Avro tutarında biletle gezilebilmesi, müzekart’ın dahi geçmemesi ve bu alana giriş için yapının dışında güneydoğu kesiminde inşa edilen giriş tüneli gibi yapının özgün karakterine zarar veren eklentiler soru işaretleri oluşturmaktadır. Ziyaret amaçlı gezilerde yapının gerçek giriş mekanı olan narteks bölümü yerine tam ters köşeden dar bir dehlizden doğrudan yapının üst galeri katına girmek, Ayasofya’nın görkemli tasarımının algılanmasını da engellemektedir.
Ayasofya tüm insanlığın ortak değeri olarak bir Dünya Mirası alanıdır; tüm bölümlerinde gerekli temizlik, bakım ve restorasyon işleri titizlikle yapılmalı, ibadetin yanı sıra yerli-yabancı ayrımı yapılmaksızın, hassas bir yönetim planı çerçevesinde tüm yapının herkes tarafından ziyaret edilebilir olması sağlanmalıdır.
TMMOB Mimarlar Odası
İstanbul Büyükkent Şubesi